Çözüm Süreci, Süryaniler ve Egemen Bağış

AB ile ilişkilerden sorumlu devlet bakanı Egemen Bağış’ın 16 Ocak 2013 tarihinde Stockholm’de Süryani toplumunun bazi temsilcileriyle konsolosluk binasında yaptığı toplantıda Süryanilerin İsveç parlamentosunun soykırımı tanıması için yaptıkları çalışmalara “mastürbasyon” benzetmesi yapması ile başlıyan tartışma Süryaniler arasında önemli bir gündem maddesi haline gelmiş durumda.

Türkiye’deki tüm kesimlerle ‘kucaklaşma’ parolasıyla İsveç’teki Süryani temsilcileriyle görüşen Egemen Bağış (bu noktaya kadar niyet iyi), gruba yönelik düzeysiz bir dil ile “İsveç ve Avrupa’da Seyfo[i]-soykırım mastürbasyonu yapıp İsveç’in soykırımı tanımasına sebep oldunuz da ne oldu? Neden Pontus Rumlarını da bu işe karıştırarak kışkırtmacılık yapıyorsunuz?[ii] şeklinde hesap soran bir tavrın içine girmiştir. Bağış’ın kullandığı düzeysiz dil Süryanilerin haklı protestosu ile karşılaşmıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün resmi ziyareti kapsamında İsveç’e tekrar gelen Egemen Bağış, gazetecilerin bu konudaki sorularını “Ben o kelimeyi kullandığımı hatırlamıyorum… Bu iddialar benim ve hükümetimizin Türkiye’deki reform çabalarımızı baltalamaya yöneliktir” şeklinde cevaplayarak, kendisini barış ve demokratikleşmeden yana, onun seviyesiz tutumunu eleştirenleri barışın ve demokrasinin karşıtı ilan etmiştir. Bununla da sınırlı kalmayıp “içerde kalması gereken konuşmaları” basına sızdırdıkları gerekçesiyle ­– İmralı görüşmelerinin basına yansımasının ardından hükümetin gösterdiği reflekse benzer otoriter bir tavırla – bu görüşmeye katılan Süryani temsilcilerinin ve basının niyetini sorgulamıştır.

Kullanılan düzeysiz yakıştırma bir tarafa Bakan Bağış’ın yaklaşımı tamamiyle sorunlu. Süryanilerle gerçekten ‘kucaklaşmak’ (Egemen Bağış’ın kendi söylemi) istiyen siyasal bir aktör, konsolosluk binasına davet ettiği ‘misafirlerini’ düzeysiz bir dille sorguya çekmek yerine, bu insanlarin hassasiyetlerine herseyden önce saygı göstermeyi bilmesi gerekir. Süryanilerden (ve diger azınlıklardan) İsveç ve diğer ülke parlamentolarında soykırımın tanınmasına dönük çalışma yaptıkları için hesap sormak yerine, aynayı kendisine tutup bunu neden TBMM’de yapamadıklarını kendisine sorması gerekir. Barışın “sizlere bakın iyi yaklaşıyoruz, vakıflara dair günceldeki sorunlarınızı çözüyoruz, fakat siz de akıllı olun, şu soykırım iddialarından vazgeçin” bağlamında bir al-ver oyunu olmadığını birilerinin Egemen Bağış’a ve onun zihniyetindekilere söylemesi gerekiyor.

Tarihi sorunları çözme iradesi ile yola çıkan siyasal aktörlerin herşeyden önce birbirine saygın bir duruş içinde olmaları gerekmektedir. Hiçbir dünya deneyiminde, demagojiyle ve düzeysiz bir dil ile barış inşa edilmemiştir. Dil nötral bir komunikasyon aracı değildir. Bilakis, siyasal aktörlerin mantıki yapılarını deşifre eden hem yapıcı hem de yıkıcı bir işleve sahiptir. Bahsettiğimiz siyasal aktörlerin birbirine karşı ciddi güven sorunu olduğu gerçeğinden yola çıkarsak eğer, dilin yapıcı (performative) etkisinin bu süreçte oynayabilecegi rolün önemi daha iyi anlaşılacaktır. Devlet bakanı Bağış örneğinde görüldüğü gibi, dil sadece insanın başına bela olmakla kalmayip, güven zedeleyici ve yıkıcı sonuçlara da yol açabilmektedir.

Egemen Bağış söylem ve eylemleriyle birçok çevre tarafından sicili kabarık bir bakan olarak tanınıyor. Birkaç yıl önce İsviçre’nin soykırımın inkar edilmesini yasaklayan bir yasayı kabul etmesinin ardından “Ermeni soykırımı yoktur. Gelsin beni tutuklasınlar” diyerek İsviçre’ye ‘meydan’ okuyan bakan Bağış, cezaevinde bulunan gazetecileri ‘tecavüzcü’ ve ‘hırsız’ ilan ederek ayrı bir skandala imza atmıştı. En son Siirt Belediye başkanı Selim Sadak’ın karşısında el-pençe divane dururken çekilmiş fotoğraflarını kendi şahsi twitter’ına yüklemesi ise ayrıca değerlendirilmesi gereken bir siyasi düzeysizlik örneği. İşin en sorunlu tarafı bu bakanın Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin en önemli dinamiklerinden biri olan AB ile ilişkilerden sorumlu olması ve Türkiye’de başlatılan barış sürecinde kendine bir rol biçmesi. Barış, bu tür aktörler eliyle geliştirilecekse vay halimize… Kendisi için söylenecek tek söz: bir insan olarak tarihi ve vicdanı ile barışmak istiyorsa eğer, kendi atatoprakları Siirt’te yaşıyan Ermenilere ve Süryanilere ne olduğunu biraz araştırıp öyle konuşmasıdır. Bu konuda birçok tarihçinin çok değerli ve detaylı çalışmaları bulunmaktadır.

Süryanilerin sorunu Egemen Bağış’ın kişiliği ile değil, temsil ettiği, diline vuran zihniyet ile ilgilidir. Sorun, tarihle yüzleşmekten kaçan, özür dilemekten korkan bu zihniyetin barış ve barışmada ne denli ciddi ve samimi olup olamayacağıdır. İnkar, unutmamak gerekir ki, bir suçlunun gerçek ile yüzleştiğinde gösterdiği ilk refleks ve ondan kaçmak için bavurduğu akla en kolay gelen yoldur. Barış kolaycı reflekslerin terkedilmesini şart koşan; emek verilmesi, öğrenip yüzleşirken bireysel ve toplumsal düzeyde acı çekilmesi gereken bir katarsis sürecidir. Bu acıyı doğum acısı ile özdeşleştirmek yanlış olmasa gerek.

Türkiye’de başlatılan barış sürecinin kalıcı, hakkaniyetli ve samimi çözümler üretebilmesi için tarih ile barışma yörüngesine oturtulması gerekiyor. Bu nedenle, bu süreç Kürtler dışında Türkiye  ve diasporada yaşıyan tüm azınlık halkları da yakından ilgilendiriyor. Bu sürecin Türkiye’deki azınlıkların tarihi ve güncel sorunlarına ne gibi çözüm perspektifleri içerdiği/içermesi gerektiği tartışılması gereken önemli bir konu olarak karşımızda duruyor.

En son Süryani temsilcilerinin Cumhurbaşkanı Gül tarafindan kabul edilip sorunlarının dinlenmesinin ardından, Cumhurbaşkanı’nın İsveç’e yaptığı resmi ziyaret heyetine Süryani kilisesinin İstanbul metropoliti Yusuf Çetin’i dahil etmesi, devlet bakanı Bülent Arınç’ın kamuoyunda iyi bilinen, en son Almanya başbakanı Merkel’in yaptığı ziyarette Başbakan Erdogan’ın bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldığı Mor Gabriel davasının çözümüne dair verdiği olumlu sinyal, en azından Süryanilere dönük yeni bir siyasetin geliştirilmekte olduğunu ortaya koyuyor. Süryaniler arasında birçok çevre, barış sürecini desteklemekle birlikte somut adımlara henüz dönüşmemiş bu söylemlere tarihi deneyimlerine dayanarak ihtiyatla yaklaşıyor.

AKP hükümetinin Türkiye’de katı inkarcılığa dayalı eski paradigmayı büyük oranda yıktığı bir gerçek, fakat yerine nasil bir paradigma kurmak istedigi konusunda belirsizlik halen devam ediyor. Başlatılan barış süreci, cumhuriyet tarihinin inkarcı sayfasının tamamen kapatılması için tarihi önemde bir firsat. İnkarcılığın her biçimiyle köklü bir yüzleşme, Türkiye’de yeni bir sayfanın açılması ve barış sürecinin kalıcılaşıp bir rejim haline dönüşmesinin olmazsa olmaz koşulu. İnkarcılığın bir ayağı Kürdün ve diğer azınlıkların Cumhuriyet tarihi boyunca yok sayılıp her türlü haktan mahrum bırakılması iken, diğer ayağı İttihatçı Osmanlı yönetimi tarafından gerçekleştirilen soykırımın günümüze dek inkar edilmesidir. Türkiye’nin gerçek barışı, yeni paradigma ya da adına “yeni cumhuriyet” denilen süreç inkarcılığin bu iki ayağının son bulmasıyla gerçekleşecektir. Bu bağlamda bir yandan “Kürt sorununu çözüyorum” derken, diğer yandan tarihle hesaplaşmaktan kaçarak, bu soykırımın inkarına devam ederek Türkiye’de adaletli ve kalıcı bir barışın inşa edilemeyeceği açıktır. Aynı şekilde inkarcılığa son vermede ‘seçici’ bir yaklaşım ile bu sorunun çözülemeyeceği de iyi bilinmektedir. Dersim katliamını CHP geleneğine bağlayıp kabul eden Başbakan’ın, kendisi açısından her ne kadar ‘baldıran zehiri’ içmekle eşdeğer olsa da Osmanlı’nın yıkılış sürecinde gerçekleştirilen soykırım ile, cumhuriyet tarihi boyunca bu soykırımın inkarı ve bunun yarattığı travmalar ile de yüzleşmesi gerekmektedir.

Çok mu şey istiyoruz? Bunlar işi yokuşa sürmek mi? Bilakis, bunlar Türkiye’de barış için gerçek anlamda yapılması gereken şeyler.

 

Soner Onder

Amsterdam Üniversitesi, Doktora öğrencisi



1 “Seyfo”(Süryanice “kiliç”) Süryanilerin yaşadıklari katliama kendi dillerinde verdikleri isimdir.

Skriv en kommentar

Kategori

Arkiv